Vuslat-I Istiklâl
"Ey şehid oğlu şehid isteme benden makber
Sana ağuşunu açmış duruyor peygamber"
M. Akif
Bir kıvılcım düştü deryamıza. Yangın yangın büyüdü âh, yanardağlara öykündü gönül ummanında. Bir kıvılcım düştü vatanın dantel misâli kıvrım kıvrım uzayıp giden kıyılarına. Ateşten birer kanaviçe gibi sardı Adana'dan Aydın'a, Edirne'den Kars'a. Kumsalından, taa en ücra köşelerine değin ulaştı çılgın alevi bu zulmün. Ne Süphan ile Tendürek'e bakacak yüz kaldı ne de Erciyes ile Toroslar'a. Etekleri tutuştu koca koca dağların. Ve hicabından ezildi dorukları.
Havalar puslu, vicdanlar ki paslı... Aynalar buğulandı sanki. Ufuk seçilmiyordu bozbulanık sular misâli. Asırları aşar gibi sararıp düşüyordu takvimlerden yapraklar. Akdeniz kıyılarına nazire edercesine gazelleniyordu ana yüreği, baba ocağı, kınalı kuzuların bucağı... Ocakbaşı hikâyeleri susuyordu dembedem. Hasmın kanlı ve kirli çizmelerinin değdiği yerler inliyordu kahrından. Minarelere hüzün düşüyordu, kubbelere ise gözyaşı. Güvercinler terk-i diyâr eyliyordu göçmen kuşların ardı sıra. Bayrağım, bâd-ı sabâ iştiyâkıyla bekliyordu kapısında vatanımın.
Kezzap dökülmüş gibi karış karış eriyordu memleketin toprakları. Trablusgarp ve Balkan Savaşı, Birinci Cihan Harbi derken bîtâb düştü Devlet-i Aliyye. Mondros Ateşkes Antlaşması'nın ardından başlayan insafsız, vicdansız ve hukuksuz işgaller ise zulmün ayyuka çıktığının vesikasıydı adeta. Bunun, bir ateşkesten ziyade Müslüman Türk milletinin katli için kurulmuş bir darağacı olduğunu söylemeye hacet var mıydı? Eyvah ki, memleketin dört bir yanında Haçlı Seferleri'nin Yirminci Yüzyıl sürümü yaşanıyordu. Fransızların ve onların kuyruğu mesabesindeki Ermeni çetelerinin güney bölgelerimizde işledikleri insanlık suçlarıysa dile gelecek gibi değildi. Velhâsıl-ı kelâm, hudutlarımı aşan kudurmuş sürüler, adımbaşı fitneyle fesat tohumları ekiyordu toprağıma.
Bir değil, bin kıvılcım düştü bağrımıza. Has vatanı zindan kılınmıştı gökyüzü metal kuzgunlarca işgal edilen kuşlara. Limanlarına metal köpekbalıkları demirlenmiş, hürriyet terennümü çelik ağlara takılmıştı derin ve karanlık sularda. Kendi ülkesinde sürgün gibiydi nice muhacire ensar, nice mülteciye sığınak olan milletimiz. Sağanak sağanak boşalıyordu üzerimize mermiler, gümbür gümbür yağıyordu gülleler. İnim inim inliyordu tepeler ve sırtlar. Şerha şerha kanıyordu ümidin gözleri. Keşmekeşin ortasında gülünü arıyordu sükût faslındaki bülbüller. Ne var ki, bir kıvılcım da gülistana düşmüştü zemheri yanığı gibi! İçin için yanıyordu anaların yüreği. Alev alev yanıyordu toprağın bağrı. Ve vahşi bakışlarla örülmüş çitlerin ardında bekleniyordu bu sessiz feryada bir çağrı! Tarihin çatısı çökmüş, coğrafyanın duvarları yıkılmıştı sanki. Nevbahar çok uzaklarda mıydı şimdi? Yeise yer yoktu bu enkazın altında! Elbet sesimizi duyan vardı!
Mezalimin şahidiydi Toroslar. Ve diyeceği çok sözler birikmişti kamburuna astığı heybesinde. Dile gelir miydi şimdi Taş Köprü? Anlatır mıydı hüznün öyküsünü? Okur muydu Ceyhan, ıstırabın şiirini iki büklüm Seyhan'a? Asırları geçercesine ağrı ağır mı dönüyordu Saat Kulesi'nde çarklar? Eyvah ki, Yılan Kale'nin surlarını aşacaklar mıydı tarihin alacakaranlığında?
Tekbirler ve dualar yetişir imdada. Kalplere, "La tahzen..." düşer böylesi zamanlarda. Ecdadın hamiyet ve samimiyet rayihası tüter sadrımızda buram buram. Ve Bedir'deki şecaat kanatlandırır döşümüzdeki istiklâl kuşlarını. Uhud'da Okçular Tepesi'ni terk etmeyen Abdullah b. Cübeyr gelir hatırlara. Malazgirt Ovası'na kefeniyle çıkan Sultan Alparslan gelir akıllara. Ve yeniden tutuşturur bu aşk kalbimiz içre küllenmiş kandilleri. Davası için Hayber kapılarında şahlanan Hazreti Ali, gemileri yakan Tarık b. Ziyad ve denize atını süren Fatih'in sadâsı gelip konar gönlümüzün dal uçlarına. Çanakkale'de siperden sipere koşmuştu bu ruh ile koçyiğitler. Kut'ül-amare'de çölleri gülzâr eylemek için çırpınmıştı alperenler. Ve dahi, Adana'nın 5 Ocak'ta zafere eren kurtuluş mücadelesine meşale tutmuştu bu aşk asırlar öncesinden. Ve bir dem, Necip Fazıl'ın, "Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!" dizeleri d/okunur gönül gergefimize ilmek ilmek. Şair, Sakarya diye yazmışsa da, biz, Adana, Urfa, Maraş, Antep, İzmir, Aydın, Erzurum, Edirne diye okumalı, vatan diye anlamalıyız elbet!
Saltuk Buğra Bıçak