KOMPOZİSYON

Umut Işıkları


02 Aralık 2021

Umut Işıkları

 

“Yaz kış demeden üşüyorum anneciğim, sevginle sar cılız bedenimi.

Ne yataktaki yorgansızlık, ne de ardiyedeki odunsuzluktu beni üşüten;

Sadece ve sadece vatansızlıktı iliklerimi titreten!”

Mirza

 

Sarı sıcağın merhametinden destur isteyip Adana semalarının eşsiz yüksekliğinde yankılanan ezan sesi yoksa artık, yaşamak niye? Sonsuz çayırlarının, üzerine bereket sinmiş topraklarının kokusunu özgürce çekmedikçe burun deliklerimize var olmak niye? İlk günden beri Anadolu’ya göz diken çakal sürülerine mukabil uçsuz bucaksız topraklarda milletin namusu olmuş ulu bir çınar duruyor. Bu çınarın yeryüzündeki hâkimiyeti için cengâverlerin ellerindeki parlak kılıçların keskin dillerinden bedeller ödenirken; toprağın altındaki köklerini besleyen bir şüheda vardır. Aktıkça şavkıyan şühedadan, öldükçe dirilen candan, sevdikçe çoğalan aşktan yükselip Anadolu’yu sahiplenen bir ruh vardır. Kireçtepe’den Sakarya’ya; Kafkaslardan Istrancalara yükselip “Bu millet esir yaşamaktansa ölse daha iyidir!” diyen kahraman bir komutanın dünyaları titreten nidaları vardır.

 

Gün gelsin Türk’ün topraklarında tutsaklığın soğuk ve habis rüzgârları esmeye başlasın. Ağrı Dağı’nın merhametine sığınan güneş bile tebessüm göstermesin her sabah kalkarken. Anavarza’dan Çukurova’ya hüküm süren pamuk tarlalarının yumuşak, beyaz süsü geleceğe küssün. Şırıltılarında hayatın neşesini taşıyan Seyhan ve Ceyhan Nehri’nin kollarına prangalar vurulsun. Fatma Bacıların, Rahime Hatunların “Bu can bu tende oldukça bu vatanın bir karış toprağını alamayacaksınız!” deyişleri Aladağlardan, Bolkarlardan hafif hafif yükselip yaralı anaların, sevdalı gönüllerin, özlemle tutuşan kalplerin sinesine umut ışıkları ekip tekmil Toroslardan aksetsin. Bu ses Anadolu’yu sahiplenen ruhla birleşip Adana’da, Yüreğir’de, Kozan’da, Pozantı’da vatan savunması için mevzilenen Saim Beylere, Ahmet Beylere, Selahattin Beylere kuvvet olsun, süngü olsun düşmana karşı imanlı göğüslerin sinesine; kalkan gibi mukavemet göstersin yedi düvele. 

Öyle bir memleket düşün savaş üstüne savaşlara girmiş, bir karış toprağı için tüm erkeklerini harp meydanlarında şehit vermiş olsun. Savaş derken öyle az uz şey sanılmasın! Birinci Cihan Harbi, Çanakkale Savaşı ve nihayetinde Milli Mücadele… Topyekûn girdiğimiz bu savaşlarda neredeyse bitelim. Öyle ufak ufak, gıdım gıdım eriyip yok olalım. Sonra asırlardır Türk yurdu olmuş vatan topraklarının zerrelerine karışalım. Üstte ulusun namusu olmuş yüce bir çınarın, toprağın altındaki köklerinde yeniden can bulalım. Öyle bir can bulalım ki arkamıza dönüp baktığımızda eşlerini, yağız alınlı on sekizlik evlatlarını, biricik babalarını toprağa armağan etmiş gönüllerin hasretten harlanan yürek yangınlarına sabır suyu serpelim.

Biz Orta Asya’dan bu yana dünyaya hükmeden bir ruhun son bakiyesiyiz. Kanımızda Selçuklu’nun Malazgirt’teki yavuzluğu, Osmanlı’nın üç kıtaya sinmiş adalet kokusu var. Namerde karşı elimizde Atilla’nın kılıcı, sinemizde Abdülhamid’in sabrı var. Her şey bir yana imanlı göğüslerimizin ufkunda Hz. Muhammed’in aşkı var. Adana’dan Hatay’a, Ağrı’dan Bursa’ya ayırmadan her bir karışına şühedanın mübarek kızıllığıyla ekilen tohumdan filizlenen bir neslin “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.” diyen haykırışları vardır.

Müezzinlerin yanık seslerinden yükselip, dik ve asil minarelerin arasına asılmış süslü mahyalara tünemiş akşam ezanlarının haykırdığı “Hadi kurtuluşa” figanları kulaklarımızda biterken;  altın yaldızlı rahleleri değerli kılan Mushaf’ın en nadide sureleri bile vatan için ölmeyi emreder. Bizler “Vatan sevgisi imandandır!” diyen Peygamberin ümmeti olma şerefine nail olup kâh Adana ’dan, kâh Mekke’den, bazen Filistin’den vuku bulup İslam beldelerinde; erenlerin, dervişlerin suretinde zuhur eder, ölüp ölüp diriliriz.

Ey şanlı hilal! Ey Liva-ül Hamd Sancağı’nda birleşmeye ant içen cesur yürekler! Ey Selahattin-i Eyyubi’nin Kudüs’ü fethine sevdalananlar. Ebabil kuşlarını beklemeye ne gerek vardır? Umutsuzluk diyarından gelecek kara trenlere karnımız toktur. Nice zamanlar oldu ki açlık huyumuz, susuzluk orucumuzdur. Elimizde silahımız, bedenimizde zırhımız, başımızda miğferimiz yoksa ellere nesi! En güçlü ordulara mukabil taşlı, sopalı duruyor düşmana karşı, aguşu imanlı Serhadler. Gün gelir dem durur; elleri kınalı, on beşlik cılız bedenler dev adamlara dönüşür Anadolu’da. Sonra bu devler vatan uğruna, toprak uğruna dövüşür durur. Çünkü onlar mülteci topraklarda üşürler, çünkü onlar vatansız kalınca donacaklarını bilirler!

 Ansızın güneşleri bile gölgeleyen ışık huzmesi belirsin yurdun tutsak yamaçlarından. Bu ışıklar Kütahya’dan, İzmir’e vatanı aydınlatmaya başlayıp 5 Ocakta Adana’da yeniden doğsun. Candan, yardan ve serden geçen bu ışıklar, bombaların kül rengi gri ve hantal sisleri arasından hafif hafif belirsin. Masmavi gözleri, kudretli bakışları, esaslı duruşlarıyla yarınlarımızı ısıtan ışıklar, vatan topraklarında müstakil umutları filizlendiren aydınlıklar; varlıkla yokluk arasındaki keskin hatlar misali:  Mustafa Kemaller, Kazım Karabekirler, Halil Kut Paşalar…

Recep Turan