Anlat Bana Adana
Anlat bana Adana küllerinden yanmayı.
Bir zafer şafağında, yeniden uyanmayı.
Anlat bana Adana, sevdaya düşenleri.
Bir vatan sevdasının, nârında pişenleri.
Pranga izi taşır, sanki ayakuçların.
O yüzden mi ağarır, bir gecede saçların?
Anlat bana Adana, acının okunuşunu.
Bir yaban çizmesinin, sana dokunuşunu.
O mübarek ufkuna, arsız bir sis çökende
Şafaklar beş ocağı, özler idi sökende.
Neden koptu kıyamet, kim üfledi o sûra
Lügatte yok eğilmek, bakmasınlar kusura.
Anlat bana Adana, anlat o şer gününü.
Ebrehe ordusunu, bir de mahşer gününü.
Bir duyanı var idi, masum dudakta ahın.
Güneşi ararken o gelmeyen sabahın.
Anlat bana Adana, işgal gününü bana
Nasıl koştu cepheye, söyle binlerce ana?
Balta ile orakla, yatağanla satırla.
Bu nasıl bir aşk böyle, ne olursun hatırla.
Kimdi senin hatrına, o cepheye koşanlar.
Boz bulanık sel gibi, yatağından taşanlar.
Cümle canlar yüklenmiş, yüreğini sırtına ?
Söyle koynunda böylesi, kopmuş muydu fırtına?
Anlat bana Adana, çatını direğini.
Binlerce isimsizin dağ gibi yüreğini.
Kara geceyi aka, çevirdiğini anlat
Arsızca bir akını, devirdiğini anlat
Anlat bana Adana, bu ahval böyle nedir
Bir yanın Uhud sanki, bir yanın ise Bedir.
Cephelerde kadınlar, dirilişten yanaydı.
Önce vatan evladı, ondan sonra anaydı.
Ve çatılır cümle kaş, yürekler yangın yeri.
Türk zincir tanır mı hiç, Bezm-i Elestten beri
Sinende kopar iken, kızılca bir kıyamet;
Sakın susma Adana bu aşk için kıyam et.
Yakışır mı hiç hüzün, senin Yusuf yüzüne.
Rabbim bahar saklamış, beş ocak’ın özüne.
Bir aşk kalbe düşende, vücut bulduğu anda,
Vatandan özge Leyla, olur mu hiç cihanda?
Hükmü vardı Adana, her saniye her anın,
Nefes tüketme vakti, yokuşunda sevdanın
Anlat bana Adana, dara düştüğün anda
Nasıl ak kaldı yüzün, bu çetin imtihanda.
Bir anlat Tufan Bey’in gözlerinde bakışı.
Boz bulanık sel olup, ulusça bir akışı.
Saim Bey’im diriymiş, hala gezermiş sende.
O sıcak nefesini duyar mısın ensende
Ey şehir her kelimem, ahvalimden beyandır.
Dizinde uyutup beni, dizlerinde uyandır
Beni de yak ey şehir, şüheda gibi yandır.
Çek beni mazine de, cephelere dayandır.
Sözün gerçek sahibi, bu garip ozan değil.
Destan kanla yazılır, kâğıtta yazan değil.
Kimdi evlat, kimdi yar, kimdi ana Adana
Kapat gözlerini de anlat bana Adana,
Ocak Çukurova’nın , yeniden doğuşudur.
Yedi başlı bir devi, imanla boğuşudur
Anlat bana Adana, kan kokulu gülleri
Üfle de göreceksin, kalbindeki külleri.
Türk oğluyum feyzimi, tarihten alacağım
Unutursam ben seni vebalde kalacağım.
İbrahim ŞAŞMA
Kutlu Bayram
Selâm ey güzel kentim, en kutlu bayram bize!
Bir asır önce bugün düşmanlar geldi dize,
Atamızdan emanet bu zafer hepimize,
Kıyamet kopana dek özgür yaşa Adanam.
Ümmetin destanını yazdı bu gazi şehir,
Hür doğmuş bir millete esaret acı zehir,
Akıp geldi dört koldan imanla coşan nehir,
Vatan savunmasında geçti başa Adanam.
Çukurova’da yandı istiklâlin ateşi,
Tarihte görülmedi direnişin bir eşi,
Kiminin oğlu şehit, kiminin kız kardeşi,
Ne canlar feda ettin kurtuluşa Adanam.
Koç yiğitler diyarı, kahramanlar yatağı,
Toroslar’da kuruldu ecdadımın otağı,
Pozantısı, Ceyhanı, Yüreğiri, Çatağı,
Ayla yıldız nakşoldu dağa taşa Adanam.
Bin yıllık medeniyet köklerinden beslenir,
Karacoğlan maziden bozlaklarla seslenir,
Lokman Hekim iksiri Seyhanında ıslanır,
Âşıklar türkü yakar kara kaşa Adanam.
Nerde görse bir muhtaç imdadına yetişir,
Mazlumun hakkı için zalimlerle çatışır,
Son lokma ekmeğini komşusuyla bölüşür,
Tevekkülle şükreder bir tas aşa Adanam.
Feyz alırım dinimden, kılavuzum bilimden,
Bağlıyım kültürüme, taviz vermem dilimden,
Uygarlık yarışında ölsem dönmem yolumdan,
Kıyamet kopana dek şanla yaşa Adanam.
Dinçer BATIRBEK
Adana
Ey şanlı orduların zapt edilmez kalesi,
Ovanda toprak kızıl, dağında kar Adana.
Ne kula kul olmuşsun ne zalimin kölesi…
Asırlık bir kurtuluş destanın var Adana.
Zaferin Toroslardan düşen çığ gibi taşkın.
Tarifisin vatana duyulan yüce aşkın.
Öyle bir şiirsin ki şairler bile şaşkın.
Hangi mısraya düşsen yangın çıkar Adana.
Sen ki yüz sene önce muhtaçken mermi, topa
Mitralyözlere denkti; tuttuğun süngü, sopa.
İstilacı zihniyet, o me/deni Avrupa;
Elini sabah akşam kanla yıkar Adana.
Batının kalbi taştır, dövülmez konup örse.
Katleder genç, ihtiyar düşmanın gözü körse.
Çektiğin işkenceyi, yapılan zulmü görse
En cani cellat bile candan bıkar Adana.
Kıydılar körpelere gök ekin biçer gibi.
Fransız’ın her sözü, zulme ant içer gibi...
Ya Ermeni vahşeti, sırtında hançer gibi...
Dost bildiğin, arkandan kurşun sıkar Adana.
Merhametten eser yok, bakışlar dolu kinle.
Doymadı kana vahşi; öyle beş yüzle, binle.
Uçurulurken nice kelleler giyotinle
Annelerin feryadı, yürek yakar Adana.
Sen; yeşeren bahçesin karakışta, hazanda.
Destanın da ölümsüz o destanı yazan da.
Ceyhan’da Pozantı’da Aladağ’da Kozan’da
Coştukça al bayrağın kalmaz efkâr Adana.
Rıza BÜYÜKDENİZ
Beş Ocak Destanı
Ne zaman küsse kader zora düşse bu devlet
Diş olur tırnak olur kenetlenir bu millet
Ta ezelden biliriz düşman asla uyumaz
Bu yüzden Türk yurdunun her zaman uykusu az
Birleşsin şer güçleri Adana’yı sarsınlar
İsterse tüm güçleri birbirine karsınlar
Yine külünden doğar yere düşen her yiğit
Şehitler ölmez diyen Hakk’ın kelamı şahit
Nerden bulur Ermeni bu işgal cüretini
Tek tek ödeyecekler her canın diyetini
Geceden yorgan yapar konaklarız dağlarda
Binlerce örneği var uzak yakın çağlarda
Elbette Fransız’ın topu var tüfeği var
Senin göğsünde iman cümle tabuyu yıkar
Kenetlenir Adana erkek kadın yaşlı genç
Kan kusturur düşmana yüreğindeki direnç
Dağıldı kara bulut üstünden güzel yurdun
Sineyi siper ettin düşmana tuzak kurdun
O son ocak düşmeden kanından olur kalkan
Her Türkün yeminidir önce vatan sonra can
Geldiler gidecekler arkasına bakmadan
Terk edecekler yurdu cesetleri kokmadan
Adanalım esaret yaşayamaz bir anlık
Şanlı Çukurova’da bayramdır beş Aralık
Mustafa DOĞAN
Bayrak Bayrak 5 Ocak, Sancak Sancak Adana
Kurtuluş destanı bu; yiğitlerin türküsü
Al bayrağın onuru, şehitlerin öyküsü
Kahramanlar otağı, Kilikya’dan bu yana
Direnişin toprağı, bağrı sıcak Adana
Dağılmış dağa taşa, düşman yağmalar yurdu
O günler Gazi Paşa, ordusuna buyurdu…
“Ya istiklal ya ölüm!” nakşolurken vatana
Şahlandı bölüm bölüm, bucak bucak Adana
İlk emir neferiyle, bu şehirde verildi
5 Ocak zaferiyle, dev bayraklar gerildi
Devran bin asır sürse, bayrak emanet sana
Yeryüzü ters dönerse, düşer ancak Adana
Bir hilal yıldızıyla, selam verir yüceden
Rahime Hatunlardan, Gülekli Hatice’den
Milli Kuvvetler ruhu, can kattıkça her cana
Al bayrak gibi duru, şanlı sancak Adana
Yeşillenir Toroslar, süzülür Çukurova
Biter matemler yaslar, sürer bu kutsal dava
Şarkı türkü söylenir, marş yazılır adına
Sokak sokak şenlenir, her 5 Ocak Adana
Dedik: Adanalıyık, bayrağa sevdalıyık
Memleket aşığıyık, kırılmaz bir dalıyık
Görev düştükçe bize; çoluk çocuk, kadına
Düşman gelecek dize, güç bulacak Adana
Kalbimizde yazılı, vatan bayrak sevgisi
Kutlanıyor yüzyılı, 5 Ocak’tır belgesi
Milli birliği ile, mesaj verir cihana
Bin asır geçse bile, hür olacak Adana…
Hür kalmak ya mesele!.. Hür kalacak Adana
Nevzat Bayramoğlu
Hürriyet Anasının Beş'iğidir Ocak'lar
Toprağıma saldırdı gözü dönmüş hainler
Vatan için bir oldu bu hengâmede binler
Millet boğuluyordu, alamıyordu hava
Sanki bir kan gölüne dönmüştü Çukurova
Küstah palikaryalar hiç durmadan azardı
Kâhyaoğlu Çiftliği sivillere mezardı
Pek müşküldü durdurmak, gözü dönmüş zalimi
Yüreği kanatmıştı Ermeni mezalimi
Sen Toros'un Mecnûn'u, ben Leylâ'yım Adana!
Analarının kalbinde vaveylâyım Adana!
Onlarca masum kanı Yeşiloba'da aktı
Dağlardan yankılanan ağıtlar yürek yaktı
Bu mahşere tanıktır Torosların yamacı
"Ya istiklâl ya ölüm!" yiğitlerin amacı
Nalla mıh arasında yaşamak pek çetindi
Vatana kurban veren analar ne metindi
Çağın Ebrehe'sini yıldırdı ebabiller
Habil'in karşısında kaybetti kör Kabiller
Yusufları kuyudan çıkaransın Adana!
Züleyha'nın diliyle yakaransın Adana!
Seyhan, Ceyhan bir olsa yangının ancak söner
Gözyaşı ırmağınla nice değirmen döner
Zemheri ortasında gül kokulu kucaklar...
Hürriyet anasının BEŞ'iğidir OCAK'lar
Kaf Dağı'nın ardında zümrüdüankasın sen
İntikam ateşinde közlenen yongasın sen
Toros'un yamacında bir çığ misali şehir!
Mazluma arka çıkan bir dağ misali şehir!
Vatan Şirin, sen Ferhat; sevgin çoktur Adana!
Cihanda sencileyin yiğit yoktur Adana!
Umutlar yeşertmişti Karboğazı Zaferi
Işıl ışıl olmuştu gönül gözünün feri
Toroslar tükürmüştü Fransız'ın yüzüne
5 Ocak'ta gelindi yokuşların düzüne
Dile gelip konuşsa Taşköprü'nün taşları
Boğdu zalim düşmanı mazlumun gözyaşları
Ruhu kanatlandırdı Ulucami'de ezan
Zemherilerden geçtik, bahara döndü hazan
Ben bir garip Kerem'im, sen Aslı'msın Adana!
Bir zafer muştususun, gül faslımsın Adana!
Nihat Malkoç
Bayrak
Rengârenk tüllenir muhteşem rengi
Ölümsüz diyardan benim bayrağım
Yıkılmaz surların eşsiz ahengi
Ölçülmez ayardan benim bayrağım
Rengine gizlidir erdemim şanım
Şerefim şöhretim onur vicdanım
Göklerde hilâlim şehitte kanım
Halesi o yâr’dan benim bayrağım
Zaferlere koşan seferin eli
Kırmızı atlastan âşk işlemeli
Hilâlin bağrında bildim bileli
Sadası tekbirden benim bayrağım
Ecdadın ruhu var konu pek derin
Hüzünle çağlayan şevki gönderin
Bize bahşettiği lütfu kaderin
Pek yükü ağırdan benim bayrağım
Asırlara destan görenlere göz
Yüreklerde niyaz âşka düşen söz
Kimsesize kimse tarihe önsöz
Vazgeçilmez serden benim bayrağım
Dalgalan dalgalan sen hep sonsuzun
Şeref ver göndere ey nâzlı hüzün
Es deli rüzgâr es gece gündüzün
Güç yetmez değerden benim bayrağım
Seninle mevsimler mefkûre sağar
Seninle semâya hâkikat yağar
Seninle ölenler yeniden doğar
Alemi tekbir’den benim bayrağım
Gönderde seyretmek ne büyük mâna
Edirne’den Kars’a Sinop’tan Van’a
İstiklâl türküsü sunar cihâna
Meşâlesi sırdan benim bayrağım
Sen ulvi teberrük dâvam hârımsın
Kardeşim sırdaşım kutlu yârimsin
Vatana efsûnlu sitemkârımsın
Ulubat’lı surdan benim bayrağım
Al bayrak görürsen dur gölgesinde
Cennete yolculuk var gölgesinde
Micingirt ruhunu ser gölgesinde
Firdevs’i şehirden benim bayrağım
Ömer Ekinci Micingirt
Adanam
Şerefli tarihin şanlı beş ocak
İki cihan böyle bilsin Adanam
Dosta güven verir açarsın kucak
Tebessümlü bir cemalsin Adanam
Kurtuluşun kutlu olsun Adanam
Seyrederim al yeşilli bağları
Sanki teras katı toros dağları
Koynunda beslersin ayvayı narı
Renk cümbüşü olan dalsın Adanam
Kurtuluşun kutlu olsun Adanam
Kim nerde görmüştür öyle ozanı
Karacaoğlan gibi türkü yazanı
Dadaloğlu vermiş saza düzeni
Türkün çağlar boyu çalsın Adanam
Kurtuluşun kutlu olsun Adanam
Sen Çukurovada ne güzel yurtsun
Milletçe kahraman yiğitsin mertsin
Namerde her zaman çelikten sertsin
Mertçe kat edilen yolsun Adanam
Kurtuluşun kutlu olsun Adanam
Sen seni sevene nazlı yar oldun
Geçti kötü günler bahtiyar oldun
Sen ki seni sevmeyene dar oldun
Dosta bereketsin bolsun Adanam
Kurtuluşun kutlu olsun Adanam
Dört mevsim yemyeşil baharsın yazsın
Üç beş kelimeyle anlatılmazsın
Saimbeyli yaylasında kirazsın
Yeşilsin sarısın alsın Adanam
Kurtuluşun kutlu olsun Adanam
Güzel görmek için güzel bakarsın
Güneyde cennetsin ne hoş kokarsın
Gönülden gönüle çağlar akarsın
Sen benzersiz bir zülalsin Adanam
Kurtuluşun kutlu olsun Adanam
Sanayide birincisin incisin
Türkiyenin tarımında öncüsün
Misafire kebap sunan hancısın
Yolcular eğlensin kalsın Adanam
Kurtuluşun kutlu olsun Adanam
Etrafında çevrileyim döneyim
Sıcağında kavrulayım yanayım
Şener im bir buket dosta sunayım
Tomurcuksun taze gülsün Adanam
Kurtuluşun kutlu olsun Adanam
Ahmet Şener
Kanımızı, Canımızı Sebil Ettik
Türk’e saldırıyor dünyada azan
Toprağın koynunda destanı yazan
Yediden yetmişe kadın, kız, kızan
Kanımızı sebil ettik be evlat!
Canımızı sebil ettik be evlat!
Vatanı kimseden bahşiş almadık
Hainler yüzünden huzur bulmadık
Kırıldık, döküldük esir olmadık
Kanımızı sebil ettik be evlat!
Canımızı sebil ettik be evlat!
Çullandı yurduma sırtlan sürüsü
Canice yüzüldü Türk’ün derisi
İçimizden çıktı yiğit birisi
Kanımızı sebil ettik be evlat!
Canımızı sebil ettik be evlat!
Silah bile yoktu ellerimizde
Allah, Allah sesi dillerimizde
Dikeniyle çattı güllerimizde
Kanımızı sebil ettik be evlat!
Canımızı sebil ettik be evlat!
Al bayrak göklerden inmesin dedik
Ezanlar semada dinmesin dedik
Türk’ün yiğit ruhu sinmesin dedik
Kanımızı sebil ettik be evlat!
Canımızı sebil ettik be evlat!
Kumpas kuran kimdi asil orduma?
Hep göz dikiyorlar cennet yurduma
Takılmıştı yedi düvel ardıma
Kanımızı sebil ettik be evlat!
Canımızı sebil ettik be evlat!
Canavarca paylaştılar bu yurdu
İstiklal Türk için sonsuz onurdu
Hesap etmemişler Başbuğ Bozkurdu
Kanımızı sebil ettik be evlat!
Canımızı sebil ettik be evlat
Kenan Şahbaz
Şehadet Pervaneleri
Hakikatin kutlu parmaklarından süzülüp gelen, şehamet dolu yüreklerde ateş renginde ve su ferahlığıyla can bulan bir başkaldırıştır bu. Asırlardır sönmeyen, yanardağdan bir isyandır. İstila hülyası ile yola çıkanların yolunu söküp atan kutlu bir mirastır bu. İşte tam ortasına sapladı kılıcını ihanetin, işte çiğnedi umarsızca bu şehri, ki merkezidir cesaretin. Bende bu kalp ağrısı, bu amansız hüzün, sinemi çatlatırcasına bağrımı yakan öfke, sende bu şedit arsızlık ve sınır tanımaz zulüm. Budur bizi senin yabancı olduğun, benimse ana kucağı bellediğim toprakta buluşturan. Yedi kıta, dört mevsim ve tek millet olan küfür bilsin ki bu coğrafyada şehadet altın tepside sunulan içkilerden ve sevdiğiniz diğer dünya nimetlerinden daha kıymetlidir. İnsicamını bozmaya cüret ettiğiniz kâinatın bir hediyesidir bu toprağın evlatları. Say ki bir tokat, say ki kan ile yazılmış bir zafer ve ikazdır tarihe.
Ey cesaretin gölgesinden saklanan yalancı güneş. Senin kirli kervanın karşısında, bizim vakur ordumuz. Ordumuz ki kılıçları elleri, kalkanları yüreği. Sen hangi kukla ideolojinin sırrıyla yürüyorsun sınırımda. Seni alçak ruh, seni sefil dimağ. Bizim tarih yazdığımız hokkaların mürekkebi kurumamışken, ecdat ufkuna asumanı koymuşken, yaşamı imtihan, ölümü Şeb-i Arus saymışken, yanardağlar gibi patlamaya hazır yüreklerimize sen mi ihanet tohumları ekeceksin! Bu Çukurova artık sana cehennem olur. Bize umman sayılır edeple akan Seyhan. Kehkeşan’a yükselen dualara karşı kirli ayinlerin ne önemi var. Ne önemi var senin kirli safının. Bizde Hatice kadın ve Karboğazı adında kutlu bir baskın. Bizde 44 imanlı yürek, sizde yüzlerce hudutsuz ödlek.
Ey boğazına kadar zulüm ve sömürüye batmış batı: sana, emaneti namus bilen, doğunun kutlu evlatlarıyla geldik. Sen bir soru sordun silahların gölgesinde: esaret mi ölüm mü? Biz cevap verdik hal dilimizle. Olursa istiklal, olmazsa ölüm. İkisi de hür kılar bizi, biri dünyada biri kabirde. Hangi şehrimizde korku gördün, hangimizde esaret kumaşı? Seni bu topraklara sürükleyen bu yalancı rüya, bu alçak plan, bizi senin karşına diken hür olmak sevdası…
Sayıların bir önemi olmadığını anlatmadık mı sana, bizim ölülerimizin bile aslında diri olduğunu okumadın mı kitabımızda. Bize ölüm yok şehadet var ve bilemezsin bir şehit kaç kere ölür ve kaç savaşta senin karşında var. Torosların cesaretini, Pozantı’nın iradesini, heybemizdeki Bedir hadisesini ve hiç mi duymadın mı okçular tepesini. Bize ders olan sana ibret olsun artık bil ki vatanın her karışını okçular tepesi bildik ve yeise düştüğümüz yerde Kosova ile dirildik. Mohaç ve Preveze’deki ecdadın ruhunu ram eyledik dimağlarımıza.
Bu topraklara zulüm eken ölüm biçer bilinsin. Bu topraklar kan ile yıkandı kansıza teslim edilmez bilinsin. Ezanların ve mazlumların hamisidir bu millet, unutkan akıllarınız ezberlesin. İmanına, vatanına, canına ve emanetine sadık insanların hüküm sürdüğü bu coğrafyada yaşayan ve şehit olan ruhlarla, son damla kanımız toprağa kavuşuncaya son şehadet arşa ulaşıncaya kadar biz Adana’da, Sakarya’da, Çanakkale’de ve nice destanlar yazdığımız memleketlerimizde bir babanın evladı gibi ümmetçe söze sadık, öze bağlı kalmaya devam edeceğiz. Gayri aklınızı yitirdiğinizde, boş hülyalara kapıldığınızda ve ecel size yaklaştığında, bu topraklarda leş olmaya gelirsiniz. Bilinsin ki cesediniz toprağımızı kirletecek kadar kıymetli değildir!
Muhammed Şara
Vuslat-I Istiklâl
"Ey şehid oğlu şehid isteme benden makber
Sana ağuşunu açmış duruyor peygamber"
M. Akif
Bir kıvılcım düştü deryamıza. Yangın yangın büyüdü âh, yanardağlara öykündü gönül ummanında. Bir kıvılcım düştü vatanın dantel misâli kıvrım kıvrım uzayıp giden kıyılarına. Ateşten birer kanaviçe gibi sardı Adana'dan Aydın'a, Edirne'den Kars'a. Kumsalından, taa en ücra köşelerine değin ulaştı çılgın alevi bu zulmün. Ne Süphan ile Tendürek'e bakacak yüz kaldı ne de Erciyes ile Toroslar'a. Etekleri tutuştu koca koca dağların. Ve hicabından ezildi dorukları.
Havalar puslu, vicdanlar ki paslı... Aynalar buğulandı sanki. Ufuk seçilmiyordu bozbulanık sular misâli. Asırları aşar gibi sararıp düşüyordu takvimlerden yapraklar. Akdeniz kıyılarına nazire edercesine gazelleniyordu ana yüreği, baba ocağı, kınalı kuzuların bucağı... Ocakbaşı hikâyeleri susuyordu dembedem. Hasmın kanlı ve kirli çizmelerinin değdiği yerler inliyordu kahrından. Minarelere hüzün düşüyordu, kubbelere ise gözyaşı. Güvercinler terk-i diyâr eyliyordu göçmen kuşların ardı sıra. Bayrağım, bâd-ı sabâ iştiyâkıyla bekliyordu kapısında vatanımın.
Kezzap dökülmüş gibi karış karış eriyordu memleketin toprakları. Trablusgarp ve Balkan Savaşı, Birinci Cihan Harbi derken bîtâb düştü Devlet-i Aliyye. Mondros Ateşkes Antlaşması'nın ardından başlayan insafsız, vicdansız ve hukuksuz işgaller ise zulmün ayyuka çıktığının vesikasıydı adeta. Bunun, bir ateşkesten ziyade Müslüman Türk milletinin katli için kurulmuş bir darağacı olduğunu söylemeye hacet var mıydı? Eyvah ki, memleketin dört bir yanında Haçlı Seferleri'nin Yirminci Yüzyıl sürümü yaşanıyordu. Fransızların ve onların kuyruğu mesabesindeki Ermeni çetelerinin güney bölgelerimizde işledikleri insanlık suçlarıysa dile gelecek gibi değildi. Velhâsıl-ı kelâm, hudutlarımı aşan kudurmuş sürüler, adımbaşı fitneyle fesat tohumları ekiyordu toprağıma.
Bir değil, bin kıvılcım düştü bağrımıza. Has vatanı zindan kılınmıştı gökyüzü metal kuzgunlarca işgal edilen kuşlara. Limanlarına metal köpekbalıkları demirlenmiş, hürriyet terennümü çelik ağlara takılmıştı derin ve karanlık sularda. Kendi ülkesinde sürgün gibiydi nice muhacire ensar, nice mülteciye sığınak olan milletimiz. Sağanak sağanak boşalıyordu üzerimize mermiler, gümbür gümbür yağıyordu gülleler. İnim inim inliyordu tepeler ve sırtlar. Şerha şerha kanıyordu ümidin gözleri. Keşmekeşin ortasında gülünü arıyordu sükût faslındaki bülbüller. Ne var ki, bir kıvılcım da gülistana düşmüştü zemheri yanığı gibi! İçin için yanıyordu anaların yüreği. Alev alev yanıyordu toprağın bağrı. Ve vahşi bakışlarla örülmüş çitlerin ardında bekleniyordu bu sessiz feryada bir çağrı! Tarihin çatısı çökmüş, coğrafyanın duvarları yıkılmıştı sanki. Nevbahar çok uzaklarda mıydı şimdi? Yeise yer yoktu bu enkazın altında! Elbet sesimizi duyan vardı!
Mezalimin şahidiydi Toroslar. Ve diyeceği çok sözler birikmişti kamburuna astığı heybesinde. Dile gelir miydi şimdi Taş Köprü? Anlatır mıydı hüznün öyküsünü? Okur muydu Ceyhan, ıstırabın şiirini iki büklüm Seyhan'a? Asırları geçercesine ağrı ağır mı dönüyordu Saat Kulesi'nde çarklar? Eyvah ki, Yılan Kale'nin surlarını aşacaklar mıydı tarihin alacakaranlığında?
Tekbirler ve dualar yetişir imdada. Kalplere, "La tahzen..." düşer böylesi zamanlarda. Ecdadın hamiyet ve samimiyet rayihası tüter sadrımızda buram buram. Ve Bedir'deki şecaat kanatlandırır döşümüzdeki istiklâl kuşlarını. Uhud'da Okçular Tepesi'ni terk etmeyen Abdullah b. Cübeyr gelir hatırlara. Malazgirt Ovası'na kefeniyle çıkan Sultan Alparslan gelir akıllara. Ve yeniden tutuşturur bu aşk kalbimiz içre küllenmiş kandilleri. Davası için Hayber kapılarında şahlanan Hazreti Ali, gemileri yakan Tarık b. Ziyad ve denize atını süren Fatih'in sadâsı gelip konar gönlümüzün dal uçlarına. Çanakkale'de siperden sipere koşmuştu bu ruh ile koçyiğitler. Kut'ül-amare'de çölleri gülzâr eylemek için çırpınmıştı alperenler. Ve dahi, Adana'nın 5 Ocak'ta zafere eren kurtuluş mücadelesine meşale tutmuştu bu aşk asırlar öncesinden. Ve bir dem, Necip Fazıl'ın, "Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!" dizeleri d/okunur gönül gergefimize ilmek ilmek. Şair, Sakarya diye yazmışsa da, biz, Adana, Urfa, Maraş, Antep, İzmir, Aydın, Erzurum, Edirne diye okumalı, vatan diye anlamalıyız elbet!
Saltuk Buğra Bıçak